12.12.2024
|
| Köşe Yazıları
SİZ HİÇ GDO’LARI ÖVEN BİR ÇİFTÇİ YA DA TÜKETİCİ GÖRDÜNÜZ MÜ? |
Ahmet ATALIK - ZMO İst. Şube Bşk.
SİZ HİÇ GDO’LARI ÖVEN BİR ÇİFTÇİ YA DA TÜKETİCİ GÖRDÜNÜZ MÜ?
Tütünün bazı haşere ve hastalıklara karşı direncini artırmak amacıyla ilk olarak Çin, 1981 yılında bitkisel ürünlerde genetik değişim çalışmalarını başlattı. Hemen ardından ABD’li dev şirketler, fırsatı kaçırmayarak tarım ürünleri ve gıdalara bu teknolojiyi taşıdılar. Çünkü 6,5 milyar insan, en az günde bir kez de olsa yemek yemek zorundaydı.
Genetiği değiştirilmiş (GD) ürünlerin dünya ölçeğinde ticaretinin yaygınlaştığı 1996 yılından bu yana 10 yıl doldu. 1996 yılında 1,7 milyon hektar (1 hektar=10.000 m2) alanda bu ürünlerin ekimi yapılırken 2005’de 90 milyon hektara (mha) genişlemiş durumda. Dünyada 21 ülkede bu ürünler yetiştirilmekte olup 49,8 mha ekim alanı ile ABD birinci, 17,1 mha’la Arjantin ikinci, 9,4 mha’la Brezilya üçüncü sırada yer almaktadır.
GD ürünlerin tarımıyla uğraşan çiftçi sayısı 2002 yılında 6 milyon iken, 2005’te 8,5 milyona ulaşmış durumda.
Günümüzde mısır, patates, domates, pirinç, buğday, ayçiçeği, soya, balkabağı, pamuk, kanola, yerfıstığı ve bazı balık türlerinde genetik değişim gerçekleştirilmiştir. Muz, çilek, kiraz, kavun, karpuz, ananas, ahududu ve biberde ise çalışmalar devam etmektedir. Dünya üzerinde ticari amaçlı olarak en fazla yetiştirilenleri ise soya, mısır, pamuk ve kanoladır. Dünyada toplam soya ekim alanlarının %60’lık kısmı genetiği değiştirilmiş soya alanlarından oluşmakta. Bu oranlar pamukta %28, kanolada %18, mısırda %14’dür.
Her yıl yayınlanan istatistiklerde şunu görüyoruz; her ne kadar yayılma hızı düşse de GDO’lu bitki ekim alanları genişlemekte. Peki, bizler ne yediğimizi biliyor muyuz? Ne yazık ki, tüm gıda maddelerinin üzerinde etiket bulunmasına karşın, bu ürünlerin GDO’lu olup olmadıklarına dair bir uyarı ya da bilgilendirme bulunmamaktadır.
Ülkemize bu ürünler giriyor! Türkiye, gerek soya ve gerekse mısırdaki tüketimini karşılayabilmek amacıyla, genetiğiyle oynanan bu ürünleri en çok yetiştiren ABD ve Arjantin’den almaktadır. Tarım Bakanımıza “bu ürünlerin sınırlarımızdan girerken analizlerinin yapılıp yapılmadığını” sorduğumuzda, “analiz yapmayı gerektiren bir mevzuat bulunmadığından, inceleme yapmaya gerek görülmediği” yanıtını alıyoruz. Peki, en azından, şirketlerin dışarıdan hangi ürünleri, hangi ülkelerden getirdiklerini sorduğumuzda ise dış ticaretle ilgili Bakanımız devreye girerek, “yasalar bu tür açıklamayı yapmamıza izin vermiyor” diyor. Tüketicinin de ne yediğini bilme hakkı var, yasalar var, ama buna hiçbir hükümet görevlisi sahip çıkmıyor. Görülüyor ki, şirket çıkarları, gıda güvenliğinden ve tüketici sağlığından önce geliyor.
Ya sizler, genetiğiyle oynanmış domuz genli bir gıda maddesi yemek ister miydiniz? Tabi ki domuz yemek isteyen istediği yerde yiyebilir. Yemek istemeyenlerin ise şirket çıkarları uğruna yemek zorunda bırakılmaları ahlaki midir?
Market raflarında yer alan ürünlerden hangilerinin GDO’lu olduğunu bilmeden alıyoruz. Üstelik GDO’suz olanlarıyla aynı fiyata. Ürünün GDO’lu olması sadece şirket kârını artırmakta, tüketiciye fiyat açısından da bir fayda sağlamamaktadır.
Ülkemize, GD ürünlerin girişi kolay olsa da GDO’lu tohumla üretim yapmak yasak. Peki ne denli uyuluyor? Örneğin, patatesin genleriyle “az yağ çeksin” diye oynandı. Çok ilginçtir, İstanbul-Pendik pazarında “yağ çekmeyen patates” tabelasıyla patates satıldığına bizzat şahit oldum. Tohumda dışa bağımlı olmamız nedeniyle gelen tohumlardan patates kanseri hastalığı da topraklarımıza bulaşmış durumda ve bu topraklara 30 yıl süreyle bir daha patates ekmek mümkün değil!
GDO’lu ürünlerin hemen hemen tamamı kendi ekolojimizde de (doğal olanları) rahatlıkla yetiştirilebilmekte ve aynı verim alınabilmektedir. Türkiye’de GDO’lu üretim yapmaya gerek yok. İsviçre, 2005 yılı Kasım ayı başında, ülkesinde GDO’lu tarım yapılıp yapılmaması konusunda bir referanduma gitti ve bilinçli ülke halkının çoğunluğu GDO’lu tarıma hayır dedi.
IMF ile ilişkilelerle, GDO’lu tohumların bir ülkede yaygınlaşması da paralellik göstermekte. Bir örnek, Arjantin! IMF ile olan ilişkilerde borç batağına gömülen Arjantin’in yardımına biyoteknoloji devi Monsanto koştu. GDO’lu soya tohumlarını çok ucuz fiyatla çiftçilere vererek yüksek kazanç sundu. Yüksek kazanç, çiftçilerin diğer tarım ürünlerinden uzaklaşmasına yol açtı. Arjantin bol soya üretecek, dışarı satacak ve IMF’ye borçlarını ödeyecekti. Ancak, bir tek soya yetiştirmek ülkenin gıda ihtiyacını karşılamıyordu. Arjantin, kısa süre sonra, kendi toprakları ve ikliminde bol miktarda ürettiği tarım ürünlerinde ithalatçı (dışalımcı) bir duruma düşerek, gıdada dışa bağımlı bir konuma geldi. Monsanto, GDO’lu soya tarımını tüm ülkede yaygınlaştıktan ve çiftçilerin kendine tam bağımlılığını sağladıktan sonra tohumlarının kullanımıyla ilgili patent hakkını isteyince çiftçilerin kazancı düştü. Monsanto ile Arjantin Hükümeti mahkemelik. Nedeni mi? Monsanto ilginç bir talepte bulundu; “Benim GDO’lu tohumlarımdan soya üretiyor, bundan elde ettiğiniz soya yağını, küspeyi ve daneyi yurtdışına satıyorsunuz. Benim GDO’lu tohumumun içindeki genlerden sattığınız yağ, küspe ve danenin içinde de var, benim genlerimi de satıyorsunuz. O nedenle, ben dışarı sattığınız ürünlerden de pay istiyorum”. Davanın sonucu ne olacak bilemeyiz, ama uluslararası tahkime taşınan şirket-devlet davalarının sonucu hep şirketler leyhine olmuştur. IMF’ye karşı GDO’lu bir çözüm peşinde koşan Arjantin başka bir batağa daha saplanmıştır.
Dünyada GDO’ları öven bir tüketici ya da çiftçiye henüz basın yayın organlarında rastlanmadı. Bu ürünleri ve üretilmeleri konusunu yere göğe sığdıramayanlar hep dünyadaki dev biyoteknoloji şirketleri ve ülkelerdeki taşeronları olmuştur.
Bilinçli tüketiciler olarak; bu ürünlerin antibiyotik direnci oluşturduğunu, hastalık yapan bakterileri güçlendirdiğini, alerjiye yol açtığını, toksik etki yarattığını ve biyolojik çeşitliliği yok ettiğini göz önünde bulundurarak tüketmemeli, çevremizi sürekli bilgilendirmeli ve bu konuda uğraşı veren platform, meslek odaları ve derneklere destek vermeliyiz.
|
|
Tüketici Bilinci |
MERKEZ BANKASINDAN
Kredi kartında fahiş Gecikme faiz oranı yıllık 30.24.!
Merkez Bankası tüm uyarılarımıza karşın akdi faiz ile temerrüt faiz oranlarını bankaların istekleri doğrultusunda belirlemeye devam ediyor. Merkez Bankası tarafından, 01/07/2024-31/07/2024 tarihleri arasında da kredi kartlarına uygulanacak olan, akdi faiz oranını yüzde 4,25 temerrüt faiz oranını,yüzde 4,55 olarak belirlemesi ile kredi kartı sorunu artarak devam ediyor. Bu faiz oranının tüketiciye yalın maliyeti yıllık 51.00, Gecikme (temerrüt) faizi ise yüzde 54,06 bileşik faiz olarak da yüzde neredeyse yüzde 70 oranında yansımaktadır. Nakit çekimlerde ise, bu oran akdi %60, Temerrüt 63,60 ve bileşik faiz %80 lere çıkmaktadır.
Devamı..
|
|